10 Ekim 2009 Cumartesi

HAYAT SAHNESİ

Hesaplaşma sanatı:
Tozlu bir geçmişin bıraktığı ağır romandın sen. Kişisel suçlarımın bilinci. Aklımın yegâne sevinci. Varmak istediğim noktaya beklide çoktan erişmiştin eski sevgilim. Nasıl izliyordun en tepelerden güzel sayılabilecek bedeninle. Kendimi kandırmak artık işe yaramıyor… Gayet kusursuz şekilde ifşa edilmiş bir bedenin vardı doğrusu. Ruhuna nede güzel uyum sağlıyordu.
Yaz şarkılarındaki melodiler gibi soydun beni. Geçip gittik birkaç kez kaldırımlardan. Çıplak ayaklarımızla yürüdük günah şehrine. Sen ne kadar arsız gülüyordun bana. Çok uzaklardan yemyeşil bakmıştın saçlarıma. Ne kadar utandığımı sana söyleyememiştim o gece. Arabayı sen sürüyordun. Doğrusu migdem oldukça bulanmıştı, sana söylemedim. Şehrin ışıklarından mı bilmem, gözlerin çok masum parlıyordu bana bakarken. İşte bunu sana defalarca söylediğimi hatırlıyorum. Her seferinde ‘’ senin ışıltın yansıdığı için parlıyordur! ‘’ derdin. İnsanı yarıp geçen bir gülümseyişim olduğunu kabul etmezdin. Öyle gülmüştüm her seferinde. İşte bu yüzden seni sevdim. Beni ben yapan şeyler sen söylediğinde güzel gelirdi.

Aşk yaraları:
Sabahın ilk ışıklarıyla başladım seni düşünmeye. Yemeden içmeden kesildim. Gözlerim karardı son gecemiz gibi. Eski şarkılar gibi takıldım kaldım olduğum yere. Ne kadar çok severim bilirsin hayvanları. İlk ışıklar getirdiler bana tıpkı senin gibi güzel bir canlıyı. Açık balkon kapısından patileriyle usulca girdi odaya. Yatağımın altına uzandı. Bir süre birbirimizi izledik. Sanki çekip aldı kalbimden tüm acını. Öyle masum bakıyordu ki hiçbir şey yapamadım. Ne kovabildim minik kediyi, ne alıp koynumda salladım. Sadece izledim, senin beni izlemelerin gibi. Sonra çıkıp gitti ardına bakmadan. Birkaç dakika bakışmayla benden neleri alıp götürdü kim bilir…

Kusursuz kusurlar:
Gülümsemek özeldir. Sadece gülüşünde güzellik olanlar tadına vararak içebilirler bu maden suyundan. Güzel bir portreye ilham verirler sivri, parlak dişler. Defalarca izleme hazzı uyandırır kişide. Sempatik bir sima için güzel yüz yeterli olmuyor bu noktada. Yüzüm güzel olduğu için değil, dişlerim kötü göründüğü için kızıyorum sulata. Eriyip gidiyor bütün şehvet birileri gülünce. En çokta ben gülünce... Tek tek kırmak isterim devlerin yumrukları gibi en sert darbelerle dişlerimi. Işıltıları neye yarar ki ben mutlu olmadıktan sonra.

Kara şehir:
Canım çekmiyor artık o eski sevişleri. Doyumsuzluk hissi uyanmıştır bedenimde! Kanım akmalıdır ters yönde ki haz almadığımı bilirim. Kokladığım tüm tenlerin buğusu yapıştı içimdeki karaktere. Onu da öldürdüm karaktersizlikten. Yorgun ve içlisin. Bana kalırsa sen son kişisin. Klarnetin kıvrak sesi kalmadı bizde. Kambur ve sıkıcıyız. Kimsesiz sahillerde başıboş bir rüzgar estiriyoruz şimdi. İnceden hüzün çalınıyor bütün sokaklarda. Yeni sevgiler harmanlıyorum. Denemek istiyorum biriyle. Denemek istiyorum bir yerde. Geçici heveslerden usanmış gibiyim. Öyle ki gündüzleri arkadaşlık kuruyorum elbette. Geceleri hayvanlar gibi sevişiyor, birbirimize büyük paralar ödüyoruz. Güneş yanıkları kadar acıtmıyor sabahlarımı. Sancılarla uyanıyor İstanbul. Kara şehir insanları pislik içinde bekletiliyor. Bu yüzden burada gündüzler uzundur. Geceler tek seferde biter. Herkesin tek bir hakkınadır zaaflar. Tanrım ile arama küfürleri sokan sen misin yabancı?

Aldatılan:
Kendim gibi sanmıştım seni parmağımda yüzüğü görünce. Ben gülerken sen ağlıyordun. Çok aptaldık. Ben hasta sen ise devrilmiş bir merdiven kadar uysaldın. Dudaklarında puslu sesim, güneşimdi sıcak ellerin. Aşırı dozda kaybettim gerçeküstü hayallerimi. Umursamazdım. Taştan oyulmuş dudaklar, göğüsler, elmacık kemikleri... Kusursuz burnun gibi bir ruhun yoktu senin. Çürüdük ve bayatladık eski, karanlık kutularda.

Son sayfalar ve intihar:
Bir mürekkep darbesi çakıyorum alnıma. Rızanı almadan neler yapıyorum böyle? Kıyıdan yaklaştır hediyelik eşyalarını. Kocaman bir sepetle boş paketler dağıt evlere. Kimse seni sevmedi. Sen hız yaptın, ben meşhur kazazedelerden kaldım. İyi kalpli ressamlar gibi, renkleri tanıtmadan paletimle karnımı doyurdum. Gelişi güzel savurdum kahkahalarımı bilemezsin…

Yıkım ekibi:
Küçük insanlarız belki, yüceliği ispata değer egonun yanında. Kara mizahlarız sana göre; ama çevir artık yüzünü. Sadece senin kalbin hızlı atmıyor. Tek sen değilsin eksik doğan. Acıları hepimiz yaşadık, yaşıyoruz. Öyle ise nedir bu darbeler? Hadi karamsar olma. Çevir yeşil gözlerini bu yana. Çevir ki çimenlere yatalım yine boylu boyunca. Uzakları izleyelim senin gibi. Uzaktaki şatoları sayalım tek tek. Küçük burjuvayız biz. Altın sarı saçlarımız yok bay başkanın metresi gibi.

Adalet ve sen:
İri kıyım kabaraların, saçlarının yorgun ifadesi… Ellerin boş duramaz boncuk sayarken. Terli bıyıklar rehavet görmüyor. Sağlıksız manevraların şeklimi bozmama yol açıyor. Söyle sen kimlerdensin? Aklımı almana izin veremem bu bahar. Göründüğün gibi değilsin. Narsisim senin göbek adın.
CENTİLMEN

Nazik ve centilmen, sayın hep sıra gelen
Kötümser değil iyimser, sadece saklamayarak seven
Adaletsiz, vurdumduymaz, alçakgönüllü sevgiliye hitaben
Bu şehirde seni sarhoş bekleyen, sensiz demlenen
Yol boyu sana küfür eden, kendince bilincini yitiren
Beyaz ve siyahı düşman eden
Nazif ve centilmen, sayın masumları öldüren
Sarışın ve müzisyen, kumral ve yitiren
Uzak şehirden birini ilah bilen
Her zaman en iyi kartını öne süren, adaletsizce centilmen
Hem güzel hem kendini bilmeyen
Cennetteki melekleri düşkünü eden
O duyduğun güzel melodisel, o gördüğün en yaman centilmenlerden
Masumiyetimi Geri İstiyorum

Sayın yalnızlık! İsminizi iyi biliyorum. Her zaman yaşattığım bir kurgusunuz. İçimin derinliklerinden size sesleniyorum efendim! Sorularımın saygıdeğer cevaplarını çehrenizde gizlemeyin lütfen. Yüzüğümdeki size ayrılan zehir yıllanmaya yüz tuttu. Demek istiyorum ki neredesiniz? Özlem dolu bakışlarım, arsız kahkahalarınız ile gölgeleniyor. Suç ve kaos. Sahip olduğum son beyaz gülümü topuklarınız ile ezdiniz. Oysaki dikenler kalbimi yaktı.
Sen yarı çıplak bir Meryem’sin. Senden korkuyorum. Bakışlarından, dokunuşundan. Nefes alışın bile beni ürkütüyor. Küçücük bir pencereden gökyüzünün sonsuz nefesini kaplayan binaları izliyorum seninle. Burada benimlesin seni kollarımdaki tüyleri okşadığında hissediyorum. Bulutlar mavi sulardan kayarken, bu şehir çok sessiz. Ağustosun ortasında kat kat giyinip yüzümdeki ağır pudranın akmasına izin veriyorum. Sen yarı çıplak bir Meryem’sin, bense senin avuçlarında kırılan bir Davut heykeliyim.
Az pürüzlü tenlerden akan pahalı şaraplar. Ruhumu kim tutabilir... Bedenim kayıp bir yıldız gökyüzünde. Öylesine sessiz ki dudakların, yalnızlığımda… İndiğim her durakta karşımdaydın. Şehrin sesi bana seni hatırlatıyor.
Ellerimde tozlar var. Yüzüm kir içinde. Tıpkı kalbim gibi. Tüm çıplaklığımla karşındayım. Kimi zaman sadakatsizsin. Küçük bir bedene hapsoldun. Ağzımda şarap tadı varken onu seçtin. Günler yağmur sularına karışıp akıyor gizli bahçemizden. Rüzgâr yağmuru getiriyor. Yapraklardan akıyor çocuklarımız. Çığlıklarımı duyuyor olmalısın. Sigaranı bahçeme atıyorsun. Sabahları izmarit kokunla uyanıyorum. Büyük portakal batarken sen çıkıyorsun. Mermerde ussal biçimde gezdiriyorsun parmaklarını. Dinleyicilerin bugün kuşlar. Senin sadakatsiz bir loğusa olduğunu düşünüyorlar. Rüzgâr yağmuru içeriye sürüklüyor. Sırtım ürperiyor. Ellerin damarlı ve sert…
Bazı geceler aynalarla konuşurum. Dudaklarım şarap, gözlerim zümrüt renginde. Bir nergis beni tutsak eder. Kaosa kim hükmedebilir? Kim çıkartabilir çocukluk anılarımı alevlerin içinden? Alnım is içinde. Namluyu dudaklarıma daya. Kendine ateş et. İncecik bedenin oluksuz. Siyaha dönüyoruz.
Belki özlersin. Dönmeyi beklersin. Yokluğumdaki zaman zarfı yüzünü eskitmiş olabilir, aldırış etmem; çünkü ben de eskiyorum. İnan zaman bize yaramıyor küçüğüm. Bugün benim doğum günüm, anlamını biliyor musun? Daha sık izler, fazlaca utanç. Sen daha küçücüksün. Melekler gibi saygılı günahların. Koğuşumu ziyaret eden melekler gibi. Sayın yalnızlık! Suskun, oturaklı bir dille kelimelerimi tamamlıyorum. İsterseniz verandama geçelim. İnce boynunuzu bir kedi gibi şefkat ile okşayayım. Bana sunulan hayat o kadar şaşaalı ve becerikli ki beceremeyen benim. Babamın dölü, annemin sevgili oğluyum. Bir verandam, sana yakın, bana uzak hayallerim var. Neye sahip değilim ki?

3 Ekim 2009 Cumartesi



O HALDE NEREYE GİDİYORSUN ÇOCUK?

Sen benim çocuğumdun. Ellerimde büyüdün. Aylarca tutamadım bile seni… Söz ederler diye hep gizledim kollarımda. Şimdi yürüyorsun, elbet benden güzel konuşuyorsun. En güzel sen öpüyorsun. O halde nereye gidiyorsun?

1 Ekim 2009 Perşembe