21 Kasım 2010 Pazar

Tren


Bir keresinde birlikte evime gelmiştik. Evimi gösterecektim ona. Yeni taşınmıştım evime. Güzel, temiz bir evdi. Fakat bomboştu o zamanlar içi. Ailem parasız kalmıştı bir dönem. O nedenle pek eşya alamamıştım. Hayatımda hiç para sıkıntısı çekmedim. Hiç parasız kalmayan biri için epey zor oluyor… Eve yürürken aklımda onunla ilgili endişeler vardı. Sıklıkla kendime sorduğum soruları yine ardı arkasına soruyordum. Bencillik edip anı bozmak istemedim. İçimden tekrarladım soruları. Daha önce evime kimse gelmemişti. Kimse bu kadar yaklaşmamıştı bahçe kapısına. Ben sadece ayaklarımın beni götürdüğü yere gidiyordum. Sanki orası benim evim değildi. İlk kez girecek gibiydim. En az onun kadar meraklı ve heyecanlıydım. Beni neyin bekleyeceğini kestiremiyordum. Tıpkı onun gibi. İçeriye girdik ve ona evi gezdirdim. Çok büyük değil evim, hemen bitiyor gezerken. O gün evimi onun gözünden bir kez daha gördüm. Daha önce hiç oturmadığım sandalyede oturdum. Ve hiç dikkatlice incelemediğim banyoyu inceledim. Yatağımın ne kadar güzel olduğunu hiç bu kadar dillendirmemiştim, dillendirdim.

O, o gün her şeyi gördü. Bomboş evin içini ilerde nelerle dolduracağımı gördü belki de. Ve yok oldu sonra. Birden bire neden yok olur insan? Bir keresinde yalnız olduğum için ölmem gerektiğini söylemişti. O zamanlar ölmek istemiyordum. Parasız kaldığım zamanlar ölmem gerektiğini söyleseydi, beni öldürmesini rica ederdim. Ama söylemezdi. Söylemedi de. Sustu. Susmayı değil, daha çok özgür olmayı severdi o. Özgür olunca hiçbir felaket kalmayacakmış gibi. Delicesine yağmur yağarken işi gücü bırakıp izlemek kadar özgür olmayı severdi. Sevdiği birçok şeyi bilmiyorum. Öğrenecektim. Ortadan kaybolacak ne vardı ki sanki? Birde hiç sevmediği bir şarkı vardı. Ben çok severdim. Bir yaz boyunca dinledim. Artık ben de hiç sevmiyorum.

Bugün bir kitaba başladım. İnsanın her türlü zorlukla nasıl baş edebildiğini anlatıyor. Mücadele etmeyi ve asla pes etmemeyi filan. Kitaptaki çocuk daha çok genç. Ve içinde bulunduğu tüm o işlerde yeni. Çocuk yaşından çok daha ufak olmayı seçiyor. Aslında hiç büyümek istemiyor. Çünkü büyüyünce hiçbir şeyin yolunda gitmeyeceğini biliyor. Hatta bir kez büyümekle ilgili bir hata yapıyor. Biraz büyüyor ve birini seviyor. Sevdiği kişi ortadan yok oluyor sebepsizce. Çocuk bir daha büyümek istemiyor haliyle. Kitap bir tren garında başlıyor. Kış mevsimiydi sanırım. Burnu kızarıyordu, gözleri doluyordu çocuğun soğuktan. Birkaç kere gitmiş daha önce o tren garına. Neden gitmiş kitapta yazmıyor. Belki gezip görmek istemiştir. Bu kez birini bekliyor. Fakat beklediği kişi gelmiyor. Çocuk evine dönüp uyuyor ve ertesi gün geceye doğru uyanıp bir bardak süt içiyor. Yani tren garındaki olayı hatırlamıyor bile. Çocuk aslında çok havalı biri. Canını sıkmıyor öyle her şeye. Daha sonra çocuk bir şehre taşınıyor tek başına…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder