27 Nisan 2011 Çarşamba

Tipik


'' Onun bir sürü adı var. Yaratıcı, İlah, İlham Perisi, Tanrı… ''


Tanrı bana istediğim kardeşi vermedi diye başkalarının kardeşlerine imrenmek ne kadar doğru? Başkalarının kardeşlerinde bizi aramak, bizden bir şeyler aramak, ama bulamamak… Çoğu zaman izlediğim filmlerde, okuduğum kitaplarda ve hatta arkadaşlarımın kardeşlerinde gerçek olan bir şeyler aradım. Sahte olmayan. Birçok örnek verebilirim, ama kendime de baktığımda kardeşim ve bende sahte olmayan şeyler ancak çocukluğumuzda. O zamanlar o benim üzerime titrerdi. Bense yine başkalarının üzerine titrerdim. Bizim bir oyun oynama şeklimiz vardı. Bir sarılma şeklimiz vardı. Ve kavga şeklimiz de vardı. Biz çocukken kardeştik! Onun beni sevdiğini ne zaman söyleyeceğini hiç tahmin edemezdim. Sadece bana ‘’ seni seviyorum ‘’ demesini beklerdim. Uzun aralıklarla söylerdi. Aslında hiç söylemezdi… Çünkü biliyordu. Benim geç öğrendiğim bir şeyi o en başından beri biliyordu. Sözcüklerin ne kadar katil ve sinsi olduğunu, sözcüklerin neleri yitirebildiğini biliyordu. Bu yüzden durmadan bana ‘’ seni seviyorum ‘’ demezdi. O, sadece benimle kavga ederdi, benimle oyun oynardı ve bana sarılırdı. İşte bu kocaman bir ‘’ seni seviyorum ‘’ du onun için. Ben onun yerine de sürekli söylerdim zaten. Biz çok oyun oynadık. Başkalarıyla da oynadık. En önemlisi başkalarıyla da oynarken hep birlikte oynadık. Ben başkalarıyla oyun oynarken o hiçbir zaman yanımdan ayrılmazdı. Bensiz başkalarıyla oynamazdı. Biz çocukken kardeştik!


‘’ Yukarıda her şeyin bir noktaya uçtuğunu düşün. Yuvarlanıp düşüyorlar sonra. Gökyüzündeki ismim gibi bir yanı silik, ama bir yanı tam ortada. Aşağıdan baktığında kafandaki koca hastalıkla, devrilmezsin ağırlığıyla. ‘’


Aramızda sadece bir yaş vardı. Ben onun sürdüğü bisikleti sürdüm. Ve onun birkaç güzel eşyasına sonradan sahip oldum. Çocukken bunlara hiç kızmazdı. Bir keresinde ben onun gözlüğünü kırmıştım. Yine bana kızmamıştı. Çoğu şeyimiz ayrıydı, ama hepsi aynıydı. Onun sınırlı renklerde ve sade bir çalışma masası vardı. Benimki rengarenk ve karmakarışıktı. Biraz büyüyünce odalarımız ayrıldı. Ben kendi odamda hep onu yaşatacak bir köşe ayırdım. Onun odası tamamen ona aitti. Sadece benim izlerim vardı. Mesela duvara yapıştırdığım yapışkanlar. (yıldızlar) Ranzamız varken üst katta hep ben yattım. O benden bir yaş büyük olmasına rağmen buna hiç bozulmazdı. Hep güzel şeyleri önce benim denememe izin verirdi. Çünkü ben onun küçük kardeşiydim. İkimizinde iyi bildiği bir şey vardı ki, ‘’ seni seviyorum ‘’ lafı her zaman söylenmemeliydi. Belki de bu söz sınırlıydı ve bir süre sonra tükeniyordu. Paketin içindeki sigaralar gibi. Kibrit kutusundaki kibritler gibi.


'' Kardeşimin bir gün benden nefret edeceğini hiç bilebilir miydim? ''


Şimdi sanki hiçbir kardeşle varolmamış gibiyim. Hiç sahip olmamış gibi. Okuduğum kitaplarda veya izlediğim filmlerde veya arkadaşlarımda gördüğüm… bilmiyorum. Ne gördüğüme dikkat ediyor muyum acaba? Aslında artık onu hiçbir yerde aramıyorum. Çünkü hiçbirine benzemiyor. Bizim aramızdaki kardeşlik hiçbirine benzemiyor. Benzememelide! Bizim kardeşliğimiz sınırlıydı. Bir gün biteceğini hiç bilebilir miydim, bilemezdim. Zaten bilemedim de. Bu yüzden bitti. Çok ama çok uzun süredir hiç göz göze gelmedik. Ve biz göz göze geldiğimizde hep ilk o gülerdi. En son göz göze geldiğimiz günü çok az hatırlayabiliyorum. Bir yaz günüydü, hava sıcaktı. Ilık bir rüzgar vardı. Serinletmiyordu, aksine terletiyordu. Salondaydık ve ben hırpalanmış haldeydim. Uzun uzun baktığını hatırlıyorum. Ama ben ona bakmıyordum, başka bir yere bakıyordum. Bana baktığını biliyordum. Ben oturuyordum, o ayaktaydı. Gözlerini üzerime dikmiş bakıyordu. Ben bakmak istemedim. Çünkü ona baktığımda ilk o gülmeyecekti. Ben de gülmeyecektim. Bana nefretle bakıyordu. İçinde bir şeyler birikiyordu. Kibir. İçindeki kibire ortak olmak istemedim. Daha sonra biz hiç konuşmadık. Ve ben onu hep rüyamda gördüm. Çocuktuk. Ben onun küçük kardeşiydim. Oyun oynuyorduk, kavga ediyorduk… Mutluyduk, gülüyorduk. Anne ve babamız bizim için çalışıyorlardı. Biz evde oynuyorduk. Benzer rüyalar gördüm. Ve hiç uyanmak istemedim. Çünkü uyandığımda, o yaz gününün çoktan geçmiş olduğunu hep fark ettim. Ben o yaz gününün de ötesine gitmek istedim aslında. Çünkü o yaz günü benim hayatım değişti. O yaz günü birçok şeyin farkına vardım aslında. Bizim kardeşliğimiz sınırlı sayıdaydı. Sınırlıydı. Paketin içindeki sigaralar gibi. Kibrit kutusundaki kibritler gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder